Gazze’de çocuk olmak, dünyanın en ağır suçunun tanığı olmaktır: Sessizlik. Bugün gördüğümüz manzara, yalnızca birkaç aylık ya da birkaç yıllık bir çatışmanın sonucu değil; 1948’den bugüne taşınan uzun bir tarihin tortusudur.
Nakba’dan Bugüne
1948’de “Nakba” yani “Büyük Felaket” ile yüz binlerce Filistinli evlerinden sürüldü. O günden sonra Gazze, mülteci çocukların toprağı haline geldi. Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre Gazze nüfusunun %70’inden fazlası hâlâ mülteci statüsünde yaşıyor. Yani bugün Gazze’de doğan bir çocuk, anne-babasının da, büyükannesinin de bir zamanlar sürgün edildiği bir toprakta gözlerini açıyor.
1967’den sonra başlayan işgal süreci, 2007’deki abluka ile neredeyse mutlak bir kuşatma halini aldı. Bu tarihten sonra Gazze’de çocukların hayatı, kelimenin tam anlamıyla açık hava hapishanesine dönüştü.
Rakamların Dili
• Nüfus: 2,3 milyon (yarısı çocuk).
• İşsizlik: %50’nin üzerinde, gençlerde %70.
• Temel ihtiyaçlar: Elektrik günde ortalama 4–6 saat. Su kaynaklarının %90’ı içmeye elverişsiz.
• Sağlık: Hastaneler kronik ilaç ve elektrik sıkıntısı içinde.
• Eğitim: Okullar sık sık bombardımanla harabeye dönüyor. UNICEF’e göre çocukların %80’i derin psikolojik travma yaşıyor.
Bu rakamların her biri, aslında binlerce kayıp çocukluk demek. Bir nesil, daha baştan sakatlanıyor.
Dünyanın Çifte Standardı
Avrupa’da bir kentte tek bir çocuk ölse, günlerce yas tutuluyor. Amerika’da bir okul saldırısı olduğunda, dünya ayağa kalkıyor. Ama Gazze’de yüzlerce, binlerce çocuk hayatını kaybettiğinde, uluslararası diplomasi yalnızca tek bir cümle kuruyor:
“Her iki taraf da itidal göstersin.”
Oysa taraflardan biri, dünyanın en güçlü ordularından biri; diğer tarafında ise toprağa basmadan gökyüzünden korkan çocuklar var. Bu cümle, adaletsizliğin en soğuk kılıfı haline gelmiş durumda.
Çocukların Yasaklandığı Coğrafya
Meryem, Yusuf, Selma… Onlar yalnızca üç isim. Oysa her gün başka bir çocuk, başka bir hikâyeye gömülüyor. Gazze’de çocukluk, dünyanın en kısa mevsimidir. Çocuk olmak, oyuncağını değil; kardeşini enkaz altından çıkarmaktır. Çocuk olmak, defterine masal değil, kaybettiklerinin isimlerini yazmaktır.
Birleşmiş Milletler raporları Gazze’yi “dünyanın en büyük açık hava hapishanesi” olarak tanımlıyor. Bu hapishanenin mahkûmları, henüz suç işlememiş milyonlarca çocuktur. Suçları yalnızca yanlış yerde, yanlış zamanda doğmak.
Sessizlik Suçtur
Bugün Gazze’de yaşanan yalnızca bir insani kriz değil, aynı zamanda uluslararası hukukun, insan haklarının ve modern dünyanın bütün “ahlaki değerlerinin” iflasıdır. Yardım tırlarıyla, kınama mesajlarıyla, diplomatik yuvarlak cümlelerle bu iflas örtülemiyor.
Gazze’deki çocuklar bize bakıyor ve soruyor:
“Biz sadece çocuk olmak istemiştik. Siz bize ne bıraktınız?”
Bu soruya yanıt vermek, yalnızca politikacıların değil, hepimizin boynunun borcu. Çünkü Gazze’de kaybolan her çocuk gülüşü, insanlığın vicdanına düşen kara bir lekedir.
Gazze, bir coğrafya olmaktan çok daha fazlasıdır: Dünyanın vicdan aynasıdır. O aynaya bakmaya cesaretimiz yok. Çünkü orada gördüğümüz, aslında kendi sessizliğimizdir.
Çocuklar dünyanın geleceği denir hep. Ama Gazze’de gelecek, daha çocukken mezar taşına kazınıyor. Ve biz, onların gülüşünü savunamayan bir dünya olarak tarihe geçiyoruz.