Şu içinden geçmekte olduğumuz son günlerde; depremsel konuların yeniden ülkemizin gündemini oluşturmaya başladığını görmekteyiz.
Biliyoruz ki; her afet sonrası gündeme gelen bu tartışmaların belli bir ömrü vardır, sonra tavsar ve sönümlenerek sona erer.
Ülkemiz toplumunu oluşturan önemli bir kesimin, doğal afetlerin sebebini iman esaslarına ve pratiklerine yaklaşımdaki gevşekliğimiz olarak açıklamaya çalıştığı bir durumdur.
Yani açıkça diyorlar ki; “inancımızın zayıflığı nedeniyle, Allah bu belaları başımıza sarmaktadır”!
Bu konuda bilim çevreleri de konuşuyor ve onlar da diyorlar ki: Söz konusu olan afet ise, yerleşilecek yerin seçimi ile yapılacak işin ehil ellerde ve kullanılacak malzemenin de belirlenmiş olan standartların seviyesindeki bir kalitede olması önemlidir.
Şimdi bu noktadan hemen din ve bilim konusuna geçip; asırlardan beri sorulmakta olan bir soruyu yineleyelim:
Din inancı ile bilimsel gerçekler çelişir mi veya çatışır mı?
İslam inancının son kutsal kitabı olan Kur’an’ın pek çok ayetinde aklın işletilmesi öğütlenirken ve buna ek olarak da (Yunus / 100) aklını işletmeyenlerin üstüne ”pislikler - kirler yağacağı” tehdidine yer verilmişken; “Tanrı’nın biz insanoğluna verdiği en önemli nimet olan aklı nasıl bir köşeye atabiliriz” sorusunu önce kendimize yöneltip sonra da dersimize iyice çalışalım.
Konuyu basite indirgeyerek anlatmak gerekirse: İnsanoğlunun yaratılışından bu yana aklını işletenlerin büyük emekler vererek çalışıp çabalamaları ve araştırmaları sonucunda varılan o yerde duran bilimsel gerçekleri görürüz.
Başka bir şekilde açıklaması olanaksızdır ki; verilen emek ve yapılan bilimsel çalışmaların sonucu tespit olunan o gerçek hep vardı ve orada durmaktaydı. Yani, kâinatın yaratılışı veya var oluşundan beri sessizce insanoğlu tarafından bulunacağı zamanı bekliyordu.
Demem o ki; dünya dönmeye Galileo’nun üstündeki bütün tehdit ve baskılara karşı koyup cesurca ortaya çıkarak “dünya dönüyor” diye açıklamasından önce de devam ediyordu.
Yeryüzünü beşik gibi sallayan tektonik hareketlerin varlığı da buna misaldir; bunlar da henüz insanlık alemince bilinemezken yine hep vardılar ve bundan böyle var olmaya da devam edeceklerdir.
Bunlar sadece arzın değil, kâinatın düzeni ile ilgili değişmez yaratılış veya varoluş kanunlarındandır.
İnanç dilinde (vahiyde) bunlar “SÜNNETULLAH” olarak ifade olunur ve orada ayrıca ilaveten şöyle denilir: “Allah’ın sünnetinde hiçbir değişiklik göremezsiniz”.
Sonuç olarak; adına “yaratılış ve varoluş kanunları” veya “Sünnetullah” desek de bu yasalar hiçbir zaman değişmezler.
Öyle ise hiçbir zaman değişmeyecek olan bu kurallara karşı akıl edip uyum sağlamaya çalışmak varken; kolaycılığa kaçıp, akılsızlığımızın ve hesap bilmezliğimizin sorumluluğunu inanç veya inançsızlığa yüklemeye kalkışarak “üzerlerine pislik yağdırılacakların” safında olmayı sürdürmede ısrarlara ne demeli!
Şimdi yeniden başa dönelim ve doğal afetlere, oradan da yine depreme gelelim.
Şu bilimsel bir gerçek ki; taban alanlara ve ovalara karşın, dağ yamaçları yerleşmek için depreme daha dayanıklı alanlardandır.
Aklın işletilmesine Kur’an ayetlerince verilen önemden söz etmiştik; zaten bilim de bunu söylüyor ve öneriyor.
Bu konuda Tevrat’ta bir işaret olup olmadığını bilemiyoruz ama; bir başka dinsel kitap olan Matta İncil’inde Hz. İsa’ya atıf yapılan 6. bölümün 24 ve 25 cümleleri konumuzla ilgilidir ve o bölüm şöyledir:
25. “İşte bu sözlerimi duyup uygulayan herkes, evini kaya üzerine kuran akıllı adama benzer.”
26. “Yağmur yağar seller basar, yeller eser eve saldırır; ama ev yıkılmaz. Çünkü kaya üzerine kurulmuştur.”
Şimdi sonuca gelelim ve konu ilgili olarak bakalım:
Kur’an’da aklın işletilmesi öğütleniyor ve aklını işletmeyenlerin üzerine pislikler yağacağıyla tehdit olunuyoruz; İncil’de akıllı olun ve kayalık zeminlere ev kurun deniliyor; bilim adamları da bilimsel verilere dayalı olarak fay hatları üzerine ve kumluk alanlara bina kurmaktan kaçınılmasını öneriyorlar.
Bu nokta, afetler konusunda din, akıl ve bilimin birleştiği bir noktadır.
Bu nokta, sorumluluğu toplumun dinsel inanç eksikliğine yüklemek suretiyle asla kaçıp kurtulamayacağımız noktadır.
Özellikle bizi yönetenler ve toplum adına karar vericiler için!..
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ERDOĞAN
AFETLER, DİN ve BİLİM…
AFETLER, DİN ve BİLİM…
Şu içinden geçmekte olduğumuz son günlerde; depremsel konuların yeniden ülkemizin gündemini oluşturmaya başladığını görmekteyiz.
Biliyoruz ki; her afet sonrası gündeme gelen bu tartışmaların belli bir ömrü vardır, sonra tavsar ve sönümlenerek sona erer.
Ülkemiz toplumunu oluşturan önemli bir kesimin, doğal afetlerin sebebini iman esaslarına ve pratiklerine yaklaşımdaki gevşekliğimiz olarak açıklamaya çalıştığı bir durumdur.
Yani açıkça diyorlar ki; “inancımızın zayıflığı nedeniyle, Allah bu belaları başımıza sarmaktadır”!
Bu konuda bilim çevreleri de konuşuyor ve onlar da diyorlar ki: Söz konusu olan afet ise, yerleşilecek yerin seçimi ile yapılacak işin ehil ellerde ve kullanılacak malzemenin de belirlenmiş olan standartların seviyesindeki bir kalitede olması önemlidir.
Şimdi bu noktadan hemen din ve bilim konusuna geçip; asırlardan beri sorulmakta olan bir soruyu yineleyelim:
Din inancı ile bilimsel gerçekler çelişir mi veya çatışır mı?
İslam inancının son kutsal kitabı olan Kur’an’ın pek çok ayetinde aklın işletilmesi öğütlenirken ve buna ek olarak da (Yunus / 100) aklını işletmeyenlerin üstüne ”pislikler - kirler yağacağı” tehdidine yer verilmişken; “Tanrı’nın biz insanoğluna verdiği en önemli nimet olan aklı nasıl bir köşeye atabiliriz” sorusunu önce kendimize yöneltip sonra da dersimize iyice çalışalım.
Konuyu basite indirgeyerek anlatmak gerekirse: İnsanoğlunun yaratılışından bu yana aklını işletenlerin büyük emekler vererek çalışıp çabalamaları ve araştırmaları sonucunda varılan o yerde duran bilimsel gerçekleri görürüz.
Başka bir şekilde açıklaması olanaksızdır ki; verilen emek ve yapılan bilimsel çalışmaların sonucu tespit olunan o gerçek hep vardı ve orada durmaktaydı. Yani, kâinatın yaratılışı veya var oluşundan beri sessizce insanoğlu tarafından bulunacağı zamanı bekliyordu.
Demem o ki; dünya dönmeye Galileo’nun üstündeki bütün tehdit ve baskılara karşı koyup cesurca ortaya çıkarak “dünya dönüyor” diye açıklamasından önce de devam ediyordu.
Yeryüzünü beşik gibi sallayan tektonik hareketlerin varlığı da buna misaldir; bunlar da henüz insanlık alemince bilinemezken yine hep vardılar ve bundan böyle var olmaya da devam edeceklerdir.
Bunlar sadece arzın değil, kâinatın düzeni ile ilgili değişmez yaratılış veya varoluş kanunlarındandır.
İnanç dilinde (vahiyde) bunlar “SÜNNETULLAH” olarak ifade olunur ve orada ayrıca ilaveten şöyle denilir: “Allah’ın sünnetinde hiçbir değişiklik göremezsiniz”.
Sonuç olarak; adına “yaratılış ve varoluş kanunları” veya “Sünnetullah” desek de bu yasalar hiçbir zaman değişmezler.
Öyle ise hiçbir zaman değişmeyecek olan bu kurallara karşı akıl edip uyum sağlamaya çalışmak varken; kolaycılığa kaçıp, akılsızlığımızın ve hesap bilmezliğimizin sorumluluğunu inanç veya inançsızlığa yüklemeye kalkışarak “üzerlerine pislik yağdırılacakların” safında olmayı sürdürmede ısrarlara ne demeli!
Şimdi yeniden başa dönelim ve doğal afetlere, oradan da yine depreme gelelim.
Şu bilimsel bir gerçek ki; taban alanlara ve ovalara karşın, dağ yamaçları yerleşmek için depreme daha dayanıklı alanlardandır.
Aklın işletilmesine Kur’an ayetlerince verilen önemden söz etmiştik; zaten bilim de bunu söylüyor ve öneriyor.
Bu konuda Tevrat’ta bir işaret olup olmadığını bilemiyoruz ama; bir başka dinsel kitap olan Matta İncil’inde Hz. İsa’ya atıf yapılan 6. bölümün 24 ve 25 cümleleri konumuzla ilgilidir ve o bölüm şöyledir:
25. “İşte bu sözlerimi duyup uygulayan herkes, evini kaya üzerine kuran akıllı adama benzer.”
26. “Yağmur yağar seller basar, yeller eser eve saldırır; ama ev yıkılmaz. Çünkü kaya üzerine kurulmuştur.”
Şimdi sonuca gelelim ve konu ilgili olarak bakalım:
Kur’an’da aklın işletilmesi öğütleniyor ve aklını işletmeyenlerin üzerine pislikler yağacağıyla tehdit olunuyoruz; İncil’de akıllı olun ve kayalık zeminlere ev kurun deniliyor; bilim adamları da bilimsel verilere dayalı olarak fay hatları üzerine ve kumluk alanlara bina kurmaktan kaçınılmasını öneriyorlar.
Bu nokta, afetler konusunda din, akıl ve bilimin birleştiği bir noktadır.
Bu nokta, sorumluluğu toplumun dinsel inanç eksikliğine yüklemek suretiyle asla kaçıp kurtulamayacağımız noktadır.
Özellikle bizi yönetenler ve toplum adına karar vericiler için!..