SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

L İ Y A K A T . . .

Yazının Giriş Tarihi: 16.03.2025 10:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.03.2025 10:12

L İ Y A K A T . . .

Ülkemizde özellikle kamuda yapılan atamalarda yönetim kademelerine getirilenlerin liyakatli olup olmadığı konusunun en çok tartışıldığı bir dönemden geçiyoruz.

Gün geçmiyor ki; önemli bir göreve getirilen birinin atandığı görevi yapabilecek liyakate sahip olmadığı iddia edilmesin.

Liyakat, bir kimsenin bir işi başarabilmesini sağlayan niteliklere, yeterliliğe ve ehliyete sahip olduğunu ifade için kullanılan Arapça kökenli bir kelimedir.

İSLAM inancına göre liyakatin, dinin esaslarının ilkini teşkil eden ADALET kavramından sonra gelmek üzere ikinci sırada yer aldığı ifade olunmaktadır.

Eskiler iş bilir kişiler için “Liyakat-mend” ifadesini kullanırlarmış.

Kamudaki atamalarda sayıları az veya çok olsa da liyakatin dikkate alınmadığına ilişkin itiraz ve eleştiriler her dönemde olagelmiştir.

Bu eleştirilerin sözlü ve yazılı olarak açıkça yapılamadığı dönemlerde başvurulan itiraz yolu ise genellikle hiciv ve mizah olagelmiştir.

Bu türden eleştirileri de imparatorluk döneminde çoklukla görürüz.

Osmanlı’da askeri ve idari teşkilatın Padişah Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra bozulmaya başladığı tarihçilerin genel görüşüdür. Tarih sayfaları bu kanıyı destekleyen örneklerle doludur.

Hem bu örnekler bu dönemlerde gördüklerimize rahmet okutan derecededir.

Bunlardan birisini Merhum Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Büyük Osmanlı Tarihinin III. Cit.123. sahifesinden okuyalım:

“III. Murad’ın oğlu ve daha sonra da oğlunun hocası olan müverrih Sadeddin Efendi’nin büyük oğlu Mehmet Efendi henüz küçük yaşta iken Mekke kadısı ve hemen arkasından da İstanbul kadısı tayin edilmiş ve bu yolsuz hareket dedikoduya mucip olmuş ve hatta bir şair bu tayini istihfaf (hafife alma) yolunda şu hicviyeyi kaleme almıştır:

Bir acep hadise zuhur etti, dinle imdi bu vaz-ı bülacebi.

Oldu kadı-i şehri İstanbul, on ikide on üçde bir çelebi.

Şimdi oğlancık oyununa döndü, hizmet-i muktezây-ı şer’i nebi.

Ne nesne yenmez idi dünyada, almış oldu Şamı ya Halebi.

Saldı oğliyla dehre bir ateş, gör babası olan Ebû Lehebi.

Umarız etmeye şefaat ana, rûz-ı mahşerde Muhammed-i Arabî.

Koca Tevkiî işidüp anı, dedi tarihini ‘kazâ-i sabî.’”

Mahlasının bu olduğu hicviyenin son satırından anlaşılan “Koca Tevkiî” bu şiirinde; aynı zamanda Sultan III. Murad’ın çocuklarının hocası da olan tarihçi Sadeddin’in büyük oğlunun henüz on iki yaşında iken önce Mekke kadısı ve arkasından da İstanbul kadısı tayin olunması hicvedilmektedir. Yine Uzunçarşılı tarihinin yazdığı üzere, bu çocuk iki ay sonra da Anadolu Kazaskeri yapılmıştır…

Anlaşılan o ki; Koca Tevkiî böyle bir atamanın yapıldığını öğrendiğinde bu acayip hadiseyi hicvederek anlatırken, Peygamberin koyduğu düzenin çocuk oyuncağı haline getirildiği belirtilerek, bu durum yeriliyor.

İmparatorluk döneminde yapıldığı görülen bu tür atamaları okuyunca; günümüzde atanması için süresi yetmeyen bir profesörün bir üniversiteye rektör olarak atanabilmesi için ilgili yasa değiştirilip, yapılan bu atamadan sonra ise yasayı yine eski haline koyan işlem sanki biraz daha masum gibi duruyor!..

Öyle midir acaba?..

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.