SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

ÖZGÜR DÜŞÜNCE…

Yazının Giriş Tarihi: 01.12.2025 20:58
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.12.2025 22:24

“Özgür düşüncenin egemen olduğu ülkelerde düşüncelerini saklamak bir kusur olurken, keyfi yönetime sahip ülkelerde bir erdem olmaktadır. Erdem bile parlaklığı ile çevreyi rahatsız etmemek için gölgede kalmak zorundadır. Bu önlem alınmadan büyük tasarılar ancak büyük cüretler olarak kalır. Büyük cüretler ve tasarılar kalbin bir köşesinde olgunlaşacak çağı beklemek zorundadırlar.”

Fransız yazar, şair ve siyasetçi Alphonse Marie Prat de LAMARTİNE, bir paragrafla ifade ettiği bu düşüncesini 1853 – 1854 yıllarında yazdığı Türkiye Tarihi (Histoire de la Turquie) isimli eserinin ilk cildinin başına koymuştur.

Lamartine, Fransa’da 21 Ekim 1790 tarihinde Mâcon’da doğmuş ve 78 yaşında bulunduğu sırada 28 Şubat 1869 tarihinde Paris’te ölmüştür. Kendisi ölümünden sonra geride şiir, hikâye, roman türünde pek çok eserler bırakmış ve aynı zamanda Fransız İhtilali’nden sonra bir süreliğine ülkesinde Dışişleri Bakanlığı da yapmış önemli bir devlet adamıdır.

Lamartine’in bu düşünceleri, yukarıda da belirttiğimiz üzere 1854 yılında yazmış olduğu Türkiye Tarihi’nin ilk cildinde yer aldığına göre, günümüzden tam 171 yıl önceye ait bulunmaktadır.

O yıllarda yaşayan bir nesil olmadığımız için; Lamartine’in başta yazdığımız düşünce ve değerlendirmeleri yapmaya yönelten ne gibi görgü ve bilgilere sahip olduğunu tam olarak bilemeyiz. Ancak, kişilerin özgürce düşüncelerini ifade etme alanındaki çevre ve yönetim baskılarının zamanımızdan iki asır önceleri de varlığını anlamaktayız.

Şunu açıkça belirtmeliyiz ki; gücü bir şekilde ele geçirenlerin, bu güçten aldığı olanakları hak ve hukuk gözetmeden hasım bellediklerinin üzerine yürümek suretiyle, onları susturmak ve sindirmek için kullanması bir zulümdür. Kuvvet sahiplerince güçsüz olanlara ve hasım bellediklerine karşı yapılan bu zulmün insanlık tarihiyle başlamış olabileceğini ifade etmek hiç de yanlış olmayacaktır.

Peki, soralım o zaman: Düşünce ve düşündüğünü sözlü veya yazılı olarak ifade etme alanındaki kısıtlılıklar insanoğlunun yaşam sürdüğü bu yer kürenin bir yerlerinde hâlâ devam etmekte değil midir? Değerlendirmeler farklı olsa da bu soruya aklına malik hiçbir insanın “değildir” yanıtı vereceğini sanmıyorum. Çünkü, her gün ajansların haber bültenleri ile TV. Ekranlarına yansıyan anlatım ve görüntüler bu tür zulümlerin günümüzde de varlığını sürdürmekte olduğunun birer kanıtıdır.

İnsanların düşüncelerini başkalarına hakaret etmeden, şiddete başvurmadan ve şiddeti övmeden açıklamasından gücü elinde tutan “muktedirler” neden korkarlar? Bunun en önemli nedeni; gerçeklerin ortaya çıkmasını geciktirmek veya önlemektir. Bir başka anlatımla bu; bazı olumsuz olgu ve olayların kamu tarafından bilinmesini engellemeye yönelik bir çabadır. İkinci bir neden de gücü ele geçirmiş olanın bunun bir şekilde elinden alınabileceği yönündeki korku ve kaygılarıdır.

Ancak bu , “er geç ortaya çıkma gibi kötü bir huyu olduğu” söylenen gerçeklerin ortaya konulmasını ilelebet engelleyen bir sonuç doğurmayacak, bu yöndeki çabalar karanlık özlemi içinde olanları arzuladıkları sonuca ulaştıramayacaktır. Çünkü güneş doğacak, ışık hâkim olacak ve her yer aydınlanacaktır.

Lamartine her ne kadar keyfi yönetime sahip ülkelerde düşüncelerini saklamayı bir erdem olarak görüp, bunun aksine davranışların “büyük cüretler olarak” kalacağını söylese de insanlık tarihinde aydınlanma uğruna bu büyük cüretlere kalkışanların sayısı da az değildir. Bu yolda olanlar, ortaya atılan yalanları onaylamak yerine, yanmayı da göze alarak aydınlanma adına doğru bildiklerini açıkça savundukları için hapsedilmişler, işkence görmüşler ve hatta hayatlarından olmuşlardır. Ancak ve tabii ki bu asil davranışlarıyla insanlık için büyük hizmetlerde bulunmuşlar ve düşünce tarihi sayfalarında hak ettikleri saygın yerlerini almışlardır.

Bilinmelidir ki, aydınlığı amaçlayıp bir şekilde yananların çevreye verdileri aydınlıklar küçümsenemez değerdedirler. Yaşamakta olduğumuz bu çağda aydınlık ve özgürlük özlemlerinin daha da artmış olmasında, insanlık tarihindeki bu üstün değerler uğruna yanmayı göze alan ve yananların payları elbette çok büyüktür. Günümüzde de her türlü baskıyı göğüsleyerek, hiç duraksamadan ifade ve fikir özgürlüğü adına yanmayı göze alıp bedeler ödeyerek aydınlık saçmayı sürdürenler de ileride yazılacak olan düşünce özgürlüğü tarihinde saygınlıkla yerlerini almayı hak etmiş olacaklardır.

Bakın ne diyordu “Kerem Gibi” şiirinde Nazım Hikmet:

“Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak;

Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”

Anlıyoruz ki; bu yer kürede ve bizim de içerisinde yaşamakta olduğumuz koşullar dikkate alındığında aydınlığa ve saf gerçeğe ulaşmak için ortamın aydınlık olması; aydınlık için ise bir şeylerin yanması gerekmektedir.

Ama, akıl ve vicdana sahip olanların içindeki akıl ve vicdanları da seslenip duruyor: “Işık gereksinimi için yanacak olan illâ ki insan mı olmalı?”

“Hırs, ihtiras ve doymazlık nereye kadar?”

Dileriz ki; hak, hukuk ve adalet ülkemizde ve tüm ülkelerde hâkim olsun.

Dileriz ki; ırkı, inancı ve inançsızlığı ile siyasi tercihleri nedeniyle hiç kimse sorgulanmasın, ötekileştirilmesin.

Dileriz ki; düşünceye vurulan ve vurulmak istenen çemberler kırılsın.

Kin ve nefret duygularıyla yoğurulmuş doymazlık ve ihtiraslar son bulsun.

Elli yıl öncelerden seslenen bir şarkıda Şenay’ın dillendirdiği gibi:

“İnsanlar el ele tutuşsun, hayat bayram olsun”!..

Çok mu şey istiyoruz?..

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.